Ecz. Berat BERAN yazdı…
Diyarbakır evlerinin değeri halk arasında iki şekilde ölçülürdü. Birincisi eskiden beri Müslümanların oturduğu evler, ikincisi Hıristiyanlardan kalma evler. Bu evler satılırken Hıristiyanlardan kalanlar daha çok rağbet görürdü. Fiyatları biraz daha pahalıydı. Çünkü göç zamanında evlerini terk eden bu zavallılar, geri dönme ümidiyle kıymetli ziynet eşyalarını ve paralarını evin bir yerinde saklamışlardır diye yerleşik bir düşünce vardı. Birkaç evde bu şekilde altın ve para bulunması şayiaları arttırmış, evlerin değerini yükseltmişti. Şehirde ekonomik durumu iyiye giden bir esnaf veya tüccar hakkında evinde hazine çıktı diye söylentiler yayılırdı. Samimi bir arkadaşımın ailesi için de böyle bir söylenti çıkmış, ama arkadaşım bunu asla kabul etmemişti.
Hıristiyan kesimin oturduğu bölgeye halk arasında “Gâvur Mahallesi” denilirdi. Bu sınır, Dört Ayaklı Minare’den aşağı, Hançepek’ten Kore Mahallesi’ne kadar devam ederdi. Gâvur Mahallesi’nden sonra başlayan Kore Mahallesi, şehrin en fakir ve yoksul semtiydi.
Babam, Gâvur Mahallesi’nin bitimi ile Kore Mahallesi’nin başlangıcı arasında bir arsa almıştı zamanında. Bu arsanın üzerindeki evden yıkık dökük birkaç oda ve duvarlar kalmış sadece. Babam arsayı aldıktan sonra etrafa çeki düzen vermek için çalışırken, onu izleyen bir papaz ile ahbaplık etmiş. Papaz, babama bu arsada çok değerli bir hazine olduğunu, ama yerini bilmediğini söylemiş. Babam papazın hazinenin yerini bilmediğine ikna olmuştu, ama mevcudiyetine de inanmıştı. Babam çok güvendiği birkaç elemanı ile gece sabahlara kadar gizli bir şekilde arsada kazı yapardı. Bütün uğraşlara rağmen hazineye ulaşılmayınca aramaktan vazgeçti.
Şehirde bu tür rivayetler ve uydurma hikâyeler çoğalınca babam tekrar ümitleniyor, tekrar kazı işlemi başlıyordu. Boş teneke ve çömlek kırıklarından başka bir şey çıkmıyordu. Zaman zaman işlerimizin iyi gitmediği günler veya ekinlerin verimli olmadığı yıllar, babam yeni bir umutla kazı işlerine tekrar yükleniyordu. Bu durum öylesine anormal boyutlara vardı ki; neredeyse tüm düzenimizi alt üst edecekti. Babam, “Bu arsada mutlaka hazine var!” diyerek inancını inatçı bir şekilde sürdürüyordu. Ne zaman bir senet veya para ödemesi olsa mutlaka birkaç gün evvel son bir umutla tekrar kazı işlerine başlardı. Arsamız köstebek yuvasına dönmüştü. Kazılacak yer kalmayınca babam da nihayet vazgeçti.
Eczane açmak için gerekli sermayeyi bu arsayı satarak temin etmeyi teklif edince babam bana:
– Ula bu kadar sene okudun ama boşuna okumuşsan. Heç insan elindeki hazineyi satar?
Babam bu arsayı satmadı ve hazine de bulunmadı. Ben de bu arsayı satmadım. Çok şükür hazinemiz yerinde duruyor!