Düzce denildiğinde geleneksel tıbbın akla gelmesini istediğini söyleyen Düzce Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nigar Demircan Çakar, fındıktan nano selüloz sentezlediklerini, kanser ilacının etken maddesini oluşturduklarını, tıbbi bitkileri ürettikten sonra kanıta dayalı olarak kalite ve standardizasyon koşullarına uygun şekilde ürün haline dönüştürdüklerini, geleneksel tıbbın üfürükçülük olmadığını kanıta dayalı şekilde yapılması için hekimlerin öncülüğünde yapıldığını dile getirdi. Baldan fındığa, tıbbi bitki üretiminden ürün haline dönüştürülmeye hatta üniversiteyi halka açan politikalarıyla örnek çalışmaları hakkında Düzce Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nigar Demircan Çakar sorularımızı cevaplandırdı:.
Sizi tanıyabilir miyiz?
1976 yılında Düzceli bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuş bir akademisyenim. Üniversitedeyken akademisyen olmaya karar verdim. Karar verdikten sonra yapmam gereken her şeyi yaptım. 1998’de üniversiteden mezun oldum, 2000’de yüksek lisansımı tamamladım, 2003’te doktorayı bitirdim ve 2005’te de doçent oldum. Doktorayı bitirdikten sonra o süreçte çok iyi çalıştım. Gebze Teknik Üniversitesi’nde hocalarımın beni çok iyi yetiştirdiğini düşünüyorum. Doktoradan doçentliğe ilerleyen süreç biraz hızlı ilerledi. 28 yaşında doçent 33 yaşında da profesör oldum. Şansını iyi kullanınca emek verince, disiplinli çalışınca ve iyi insanlarla karşılaşınca süreç biraz hızlı ilerlemiş oldu.
İhtisaslaşma konusunda ne gibi çalışmalarınız var?
İhtisaslaşmaya çok önem veriyoruz. İhtisaslaşmayı üniversitemizin parlaması ve Düzce’nin de kurtuluşu olarak görüyorum. Bizim ihtisaslaşma alanımız geleneksel tıp ve fındığın yeniden değerlendirilmesi üzerine yapıyoruz. Fındıktan; nanoselüloz sentezledik. Kanser ilacının etken maddesini oluşturduk. Buna biz alternatif tıp demiyoruz, hekimler de bundan hoşlanmıyor. Geleneksel tıpta bütün ilaçların etken maddesi bitkilerdir. Fitoterapi ve geleneksel tıbbın önemli tarafı kanıta dayalı olması. Aktarlardan, alınan karışımlar gibi bir durum değil. Kalite ve standardizasyonun olmaması büyük sorun oluyor. Yurt dışı odaklar gelip bizim bitkilerimizi topluyor, ekstresini çıkartıyor, bize ve bütün ilaç firmalarına bu ekstratları dünyanın parasına satıyor. Peki, biz burada ne yapmaya çalışıyoruz? Hem tıbbi bitki yetiştiriciliği hem bunların standardize ürün haline gelmesi ve etken maddelerin oluşturulması hem de hekim elinden çıkmasını sağlıyoruz. Müzikoterapide inanılmaz başarılar sağlıyoruz. Özellikle kekemelik sorunu olan hastalarda ya da inme hastasında 750 kelimeye kadar konuşma yetisinin geri getirilmesini sağlıyoruz. Örneğin beyin kanaması geçiren bir çalışanımız konuşmayı tamamen kaybetmişti. Şimdi bizim merkezimizde müzikoterapi ile bunu geri kazanıyor. O görüntüleri görseniz inanamazsınız. Bazı odaklar geleneksel tıbbı duyunca üfürükçü sanıyor. Bu böyle bir şey değil. Küba’ya kanser tedavisi için giden insanlar var. Polonya ya da Çin’de bunun tıbbı var, bunlar müthiş bir alan.
Larva tedavisi sayesinde, bir hastanın ampute aşamasına gelen diyabetik ayağını hekimlerimiz kurtardı. Bu hekimlerimizi tekkeden alıp getirmedik. O hekimler hastalarını okuyup üfleyerek iyileştirmediler. Bunlar modern tıbbın, medikal tedavinin muadili değil o yüzden adı tamamlayıcı tıptır.
Fındıktan neler yapıyorsunuz?
Fındığın hem atıklarını hem geleneksel tıp açısından kanser ilaçlarının etken maddesini sentezledik. Bu standardize olduğu anda müthiş bir kapı açacak. Bitkilerdeki selüloz maddesini sentezledik. Kağıt endüstrisinden bütün plastik muadili olan ürünlerin yerine doğal, doğaya dost yeşil üretim selüloz olarak ham maddesi kullanılabilecek. Diğer yandan tekstilde, fındıktan doğal tekstil boyası elde ettik. Burada büyük bir tekstil firmasıyla AR-GE işi yapıyoruz. Doğal boya olarak fındık boyasını kazandırmayı başarmak hedefimiz. Tekstil boyası olarak onun denemelerini yapıyoruz. Fındıkta Türkiye’nin ikinci büyük ili Düzce ama sadece iç fındık değerlendirilmeye çalışılıyor. Oysaki fındıktan yaptığımız kompozit malzeme var. Bunlar doğal kompozit malzemeler. Sentetik kompozitler kullanılıyor. Otomotivde, inşaat endüstrisinde kompozit olarak da kullanılabilecek bir malzeme. Fındığın sadece içini değil de tamamen yakacak olarak kullanılan dışının da böyle bir ekonomik değere dönüştürmeyi hedefliyoruz.
Tıbbi bitki yetiştiriciliği konusunda neler yapıyorsunuz?
Arı ve mantar yetiştiriciliğinde de çok farklı çalışmalar başlattık. Tıbbi bitkilerimizi üretiyoruz. Krem, yağ gibi farklı ürünlere dönüştürüp insanların hizmetine sunuyoruz. Üniversitemizin markasını oluşturduk, böylece ürettiğimiz bu ürünleri halkımıza da sunuyoruz.
Açık kapı, açık kampüs açık ders uygulamalarını anlatır mısınız?
Ben yönetim bilimciyim. Lisansım istatistik ama akademik çalışmam stratejik yönetim. Yönetim bilimlerinde en önemli söylem bilginin ne kadar kıymetli olduğudur. Bir yöneticinin en önemli sahip olması gerekenler; bilgi ve iki yönlü bilgi akışıdır. İnsan, akademik çalışma alanı olduğu konunun bir de uygulayıcısı olduğu anda o bilginin önemine çok daha fazla vakıf oluyor. Bilgi dediğim akademik bilgi değil. Yanlış anlaşılmasın, yönetsel bilgiden söz ediyorum. Etraftan gelen bilgi akışı oluyor. Geri bildirimlerden gelen bilgi akışı, o geribildirimlerin kesildiği anda nasıl karar vereceğinizi bilmeniz mümkün olmaz. Bir öğrenci ile ilgili bir karar vereceksiniz elinizde bilgi yoksa neye göre karar vereceksiniz? Bir çalışanınızla ilgili veya herhangi birini görevlendirmekle ilgili bir karar vereceksiniz veya bir projeye yatırım yapmakla ilgili bir karar vereceksiniz elinizde bilgi yoksa neye göre karar vereceksiniz? Yöneticiyle lideri birbirinden ayıran en önemli unsur karar verme biçiminde yatıyor. Yönetici olarak en önemli sorumluluğumuz da budur. Karar verme davranışı, rasyonel ve verimli şekilde yapılmalıdır. Karar vermenin neye dayalı olacağı çok büyük önem taşıyor. Bilgi bu kadar önemliyken mümkün olan en fazla kişiye ulaşarak o kadar çok bilgi kaynağından geri bildirim alınmalıdır. İnsanlara dokunmanız ve ulaşmanız lazım. Bir şehirde yaşıyoruz; öğrencilerden idari personeline, hatta bölge insanına kadar herkesin bir beklentisi var. O insanlara dokunmak çok önemli. Aday olurken de manifestomda bunu yazmıştım, açık kapı kültürüyle hareket edeceğiz. Ben rektör yardımcısıyken de derdi tasası olan belki benimle ilgisi olmasa bile gelinen oda benim odamdı. Mevlana gibi, “Gel ne olursan ol gel” mantığındayım. İşte bu sözü bir kurum felsefesi olarak yaygınlaştırmak gerektiğine inandım. O sebeple de bu açıklık felsefesini oradan getirdik. Bizim gibi üniversitelerin şehriyle bütünleşmesi gerekiyor. “Orada bir üniversite var uzakta” gibi bir söylem olmaması gerekiyor. Orada uzakta üniversite kendi kendisine bir akademik çalışma yapan öğrencisi kendi içerisinde kalan bir kurum olmamalıdır.
Bu açık kapı görüşmelerinde sizde iz bırakan anılardan bize bahseder misiniz?
Düzce ilimizde bir Cedidiye Cami’si var. O bölgeden; Üniversitemiz ve Akçakoca yolu çok güzel gözükür. Bir açık kapı gününde bir teyze geldi. Niye geldiğini anlayamadan, “Buyur teyzecim” dedim ve davet ettim, oturttum. Bir çocuğu var işe mi başvuracak yoksa hastası mı var hastaneyle ilgili diye düşünürken teyzeye sordum “nedir derdin teyzecim, nasıl yardımcı olabilirim?” diye. Dedi ki: “Ben Cedidiye Cami’sinin orada oturuyorum. Orada bir çay ocağı var oradan buraya bakıyorum. Oradan üniversite çok güzel görünüyor, buradan da orası görünüyor mu diye bakmaya geldim” dedi. Ben de penceremden etrafındaki manzarayı gösterdim. “Biz seni buradan göremiyoruz ama sen orada oturup bizi izle ve bizlere her zaman dua et” dedim. Tabi orada şehirde oturuyor ve bakıyor burası çok haşmetli bir bina ne oluyor orada ne bitiyor diye merak edip gelebilmesi bile insanların bizim için müthiş bir hadise. O bizim en büyük kazancımız. Bölümlerinde hocalarına seslerini duyuramayan öğrencilerimiz, projelerini bitiremeye çalışan bir öğrenci topluluğumuz veya yer değişikliğinden mutsuz olmuş bir güvenlik görevlisinin sıkıntılarını dile getirdiği ya da ünvan almış bir öğretim üyemiz veya bir konferansa göndermiş olup oradan güzel bir geri dönüş olan hocamız bize teşekkür etme fırsatı bulduğu bir zaman dilimini açık kapı ile oluşturmuş olduk. Şimdiye kadar yaklaşık 30 açık kapı yaptık. 30 açık kapıda 4000 kişiyi dinledik. Bu müthiş bir güç. Biz bu açıklık kavramını daha nasıl hangi platformlara yayabiliriz diye düşündük. Açık ders uygulamasını başlattık. Şehirden kim olursan ol çık gel ders dinle. Arıcılık ilgini çekiyorsa gel o gün arıcılık dersi dinle. Bağımlılıkla mücadele konusunda ise, gel onunla alakalı dersimizi dinle. Teknolojik gelişmeleri dijitalleşmeyi merak ediyorsun gel öğretim üyelerimizden dersleri dinle. Muhtar geliyor, bakkal geliyor, Arıcılar Birliği yetkilileri geliyor, isteyen herkes geliyor. Onlara açık ders sertifikası veriyoruz.
Açık kapı gibi başka planlarınız var mı?
Öğrencilerimiz yemeklerden mutsuzdu. “Mideme dokunuyor; bu yemekler nasıl pişiyor kim bilir?” gibi sorular soruyorlardı. Bana Twitter’dan tavuk fotoğrafı göndereni mi dersiniz salça fotoğrafını çekip göndereni mi dersiniz. Ben de açık mutfak uygulaması olsun istedim. Öğrenci, yemeğin nasıl piştiğini mutfağa gitsin, mutfakta gezsin, dolaşsın öğrensin ve içine sinsin istedim. Devletin 2,50 TL’den kendisine verdiği yemeği gönül rahatlığıyla yesin. Eylül’de açık duvar uygulaması geliyor. Çocukların bir yerleri boyama zevkini; yanında boyasını da vererek gösterdiğimiz duvarları istedikleri gibi boyayabilecekleri bir uygulama olacak. Grafiti yapabilecekler. Bir de açık kürsü uygulamamız geliyor. Kampüste yer alan 15 Temmuz meydanımızda beton bir kürsü yer alacak. Özgür düşüncelerin, özgür ifadelerin yer alacağı kürsüde çocuklar kendilerine bir kitle oluşturabilecekler. Kürsüden kitap okusun, şiir okusun, tarih anlatsın. Belli bir gün yok, kürsü orada olduğu sürece istedikleri zaman yapabilirler. Ülkenin birlik beraberliği ve bütünlüğü konusunda ve de taviz verilmeyecek değerlerimiz hususunda beni zorlamasınlar yeterli. Onun dışında her türlü fikir ve düşüncelerini özgürce ifade edebilirler.
Açık kampüs nasıl doğdu?
Şehre indiğimiz zaman üniversiteyle ilgili birçok insan; “Ne yapıyorlar orada, bu üniversite ne işe yarar?” diyorlardı. Üniversiteyle ilgili lüzumsuz ön yargılara sahiplerdi. Hiç üniversiteye gelmemiş, hiç üniversiteye ayak basmamış ama üniversiteyle ilgili olmadık fikirler vardı. Ayda bir defa; bir sabah turu bir de akşam turu olsun dedik. Halk gelsin, üniversiteyi görsün dedik. Kendi otobüsümüzle ağırlıyoruz. Servis ve yemek bize ait. Üniversitemizde çok güzel merkezi laboratuvarımız var, konferans salonumuz var. Bu gençler burada ne yapıyor? Bu laboratuvarlar burada ne iş yapıyor? Bu herbaryum denilen şey nedir? Öğrensinler istedik.
Herbaryum hakkında bilgi verir misiniz?
Çeşidimiz açısından iyiyiz. Güzel bir teknik sistemimiz de var. Burada Doğa müzesi, gözlemevi, botanik bahçesi çok yakında tamamlanacak.
Temiz kampüs çalışmasını anlatır mısınız?
Biz 2017 yılında YÖK Başkanımız ile birlikte Ruanda’ya gittik. Orada oluşturduğumuz işbirliğiyle bize 20 öğrenci o ülkeden geldi. Ruanda’da her ayın son cuma günü Cleaning Day dediğimiz temizlik günü yapılıyor. O gün o ülkenin bakanı akademisyeni ev halkı herkes mıntıkasını temizliyor. Sokakta gezerken bu insanları görünce, “Bu insanlar ne yapıyor?” diyorsunuz. Ruanda’da yerler toprak, asfalt yok ama halk yalın ayak geziyor; çünkü yerler pırıl pırıl. Ruanda halkında yere tükürmek, çekirdek çitlemek gibi kötü huylar yok. Plastik kullanımı yok. Herkes kağıt poşet kullanıyor. Parayla da satılmıyor plastik poşetler. Ruanda’da doğaya saygı inanılmaz. Biz de bu ülkenin yaptığı uygulamayı örnek alarak Düzce’de başlatalım dedik. Düzce’ye gelen 20 Ruandalı öğrencilerimizle birlikte her ayın son cuma günü temizlik günü yaptık. Temiz üniversite temiz kampüs uygulamasını başlattık. Her fakülteye her meslek yüksekokuluna bu görevi verdik. Her yerde yapıyoruz. Her ayın bir lideri var. Bu ay diyelim ki edebiyat fakültesi yapıyor, bir sonraki ay başka bir fakülte yapıyor. Ayrıca rektörlük olarak da bir ay biz bu uygulamaya liderlik yapıyoruz. Böylece her ayın son günü bütün birimlerimizde mıntıka temizliği yapılıyor. Kampüsümüzü hep birlikte elbirliğiyle temizliyoruz.