Günümüz dünyası insan sağlığı açısından bireye odaklanan medikalizasyon sürecinin şekil değiştirerek birey yerine bireyin organlarını, parçalarını konu alan “biyomedikalizasyon” sürecine evrildiğine tanıklık ediyor. Bu sürecin temel karakteristikleri; tamamen sağlıklı da olsanız kendinizi devamlı bir kaygı ve çabanın içine çekmeniz. Gündelik hayatınız patolojilere indirgenmesi. Sizi çevresel şartlar yerine bireye odaklanan bir medikal alayışın kuşatması. Adeta insanın kendini her davranışı üzerinden tıbbi bir kontrol baskısı altında hissetmesi. Medikalizasyon sürecinin son evresinde branşların geniş yelpazeye yayılması, eğitim düzeyinin artmasına ve bilgiye erişimin kolaylaşmasına bağlı olarak bilgi asimetrisi dengesinin değişmesi ve medikal teknolojideki hızlı ilerleme, hekimleri “tek belirleyici” kılan kutsal/yarı tanrı konumundan sağlık hizmetindeki araçlardan bir araç konumuna indirgeyici bir etki oluşturdu.[1,2]
Yerleşik anlayışta bireyler hekim ya da diğer sağlık profesyonellerinin verdiği bilgiye güvenmekte ve tartışmasız kabul etmektedir. Bu nedenle sonsuz güven duyduğu bu bilgilerin sağlığı ve bedeni için yaşamsal öneme haiz olduğuna inanmaktadır. Bu olgu çok saygın ve güçlü bir algıya sahip olan tıp sektörünün sağlığı için çok şeyi göze alabilecek olan bireyin yaşamının medikalizasyonuna çok kolay zemin hazırlayacaktır.[2]
Illich’e göre, tıp bilmi hastalıkları araştırırken, yeni hastalıklar keşfeder ve bu hastalıkları bireylere yükler.[3] Dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu, anoreksia, kronik yorgunluk sendromu, post travmatik stres bozukluğu, panik bozukluğu ve premenstrual sendrom gibi birçok “hastalık” buna örnek gösterilebilir. Conrad’a göre, “medikalizasyon salgını” yaşamın geniş bir alanına yayılmıştır.[4] “Menopozun icadı” da bu sürecin nasıl işlediğini göstermesi açısından iyi bir örnektir.
Türkiye’de menopoz 1980’lerin sonundan itibaren kamusal alanda görünür ve hakkında konuşulur olmaya başlamıştır. Bu sürecin Ankara ve İstanbul’daki üniversite hastanelerinde menopoz kliniklerinin açılması ve Türkiye Menopoz ve Osteoporoz Derneği’nin kurulmasıyla eş zamanlı ilerlemesi üzerine düşünülmesi gereken bir noktadır. Bu süreçte toplumun tanıdığı ünlü kişilerin medya aracılığıyla yürüttüğü bilgilendirme kampanyaları gibi halka yönelik bilgilendirici faaliyetler ile kısa zamanda toplumun özellikle de kadınların büyük bir çoğunluğunda menopoz hakkında (aşırı) “duyarlılık” oluşturulmuştur.[5] Medikalizayon ve biyomedikalizasyonun belki de “en vahşice” ortaya çıktığı alanlardan biri de organ nakli bekleyen hastalarda görülmektedir. Organ nakli uygulamasını önceden sosyal hizmet olarak ve bir çıkar gözetmeden sürdüren “idealist” organ nakli cerrahları; 1980’lerden itibaren Turgut Özal’ın yeni liberalizmi doğrultusunda pek çok özel hastanenin kurulması ile daha iyi maaş alabilecekleri ve daha iyi bir altyapı sunan özel girişim akımının parçası olmuştur. Bu durum ve organ nakli teknolojilerindeki gelişmeler organ nakli sürecinin de medikalizasyonuna yol açmıştır.
Özel sektörün insan bedeni parçalarını kazançlı bir işe dönüştürme arzuları, bedenin parçalanması ve yeniden inşasının teknolojileri üzerine kuruludur. Bu ise biyoteknolojik konuların ahlaki düzlemde tartışılmasını beraberinde getirmiştir. Bedenin tıbbi amaçlar için metalaştırılması hususunda modernite, Faocault’un biyopolitiğe dahil edilebileceği bir çeşit “yaşam işletmesi” gibi, yenilenmiş bedenler üreten bir şey olarak düşünülmektedir.[6]
Organ naklini normalleştirmek içinse bölümler kurulmakta, yönetmelikler hazırlanmakta, doku bankaları açılmakta, etik kodlar ve davranışlardan bahsedilmekte ve hastaneler inşa edilmektedir. Bu evrene “biyopolis” denilmektedir ve bu evrenin yaratılması ile ithal edilen teknolojik nesneler doğallaştırılmaktadır. Biyopoliste batı teknolojileri bedeni “öteki” kavramı üzerinden iyileştirmeye çalışmaktadır. Organ nakliyle ilgili önemli bir tartışma konusu da organ naklinin, tıp sektörünün doyumsuzluğundan hareketle “ölüme karşı direnmeye” yönelik bir manipülasyon olup olmadığıdır.
Bir doktorun kendi hastalığının tedavisinde gözlemlediği gibi, yapay böbreğin yaşama ekleyebileceği şey, bazen ilk bazen de ikinci yılda intiharı önlemek için çok zaman ve çaba gerektirecek olmasıdır.[7] Daha da önemlisi organ nakli operasyonu ile “yaşatılan” hastanın operasyon sonrasında ilaçlara ve diğer tedavi araçlarına bağımlı kılınmasıdır. Belki de organ nakli; sürekli yeni teknoloji ve ilaç üreten tekellerin yönlendirdiği bilimsel araştırmaların, daha fazla kazanç için yücelttiği bir yöntemdir.[8]
Kaynaklar:
- Sezgin, D. (2011). Tıbbileştirilen Yaşam Bireyselleştirilen Sağlık. İstanbul
- Şencan N, Uyar M, “Hasta Hakları Bağlamında Direkt Tüketiciye İlaç Reklamları Üzerine Kalitatif Bir Çalışma, Marmara Pharmaceutical Journal 18: 164-176, 2014
- Illich, Ivan. (2000) Sosyal Iatrojenez. Sağlığın Gaspı. İstanbul
- Conrad, Peter. 2007. The Medicalization of Society: On the Transformation of Human Conditions into Treatable Disorders. Baltimore: Johns Hopkins University Press. Chapter 1: Medicalization
- Özbay, C., Terzioğlu, A., & Yasin, Y. (Eds.). (2011). Neoliberalizm ve Mahremiyet: Türkiye’de Beden, Sağlık ve Cinsellik. Bölüm 2: Erol M, Neoliberalizmin İkinci Baharı Türkiye’de Menopozun Toplumsal İnşası, İstanbul
- Sanal, A. (2013). Yeni Organlar Yeni Hayatlar: Organ Nakli, Ahlak ve Ekonomi. İstanbul: Metis Yayınevi.
- Illich, Ivan. (2000) Yaşamın Tıplaştırılması. Sağlığın Gaspı. İstanbul
- Üçer, Ali Rıza (2011) Big Pharma Dünyayı Denetliyor. Arslanoğlu, İ. (Ed.). (2012). Tıp Bu Değil. İstanbul: İthaki Yayınları (66-94)