Eczanemiz yaşıyorsa, eczanemiz nefes alıp veriyorsa, eczanemiz bizden beklediği ilgi ve sevgiyi görebiliyorsa başka işlere zaman ayırma hakkını elimizde bulundurabiliriz demektir.
Farkında mısınız çok fazla bilgi bombardımanına muhatap oluyoruz her geçen zaman diliminde. Eczacılıkla ilgili olduğu kadar bize dokunan pek çok alanlarda da takip edemez olduk gündemleri. Akıllı telefon, internet, sosyal medya, görsel medya, toplantı, seminer, konferans, sempozyum, çalıştay vb aktiviteler bizi iyice kuşatıyor ve adeta zaman yönetimini kaybediyoruz.
Ne yapmalı da bu kaosa teslim olmadan işimizin hakkını verebilmenin bir yolunu bulmalıyız?
Hayır hayır asıl anlatmak istediğim bu değil.
Paniğe de gerek yok. Hem bu benim yaşadığım ya da abarttığım bir sorun da olabilir.
Biz en iyisi bu konuları boş verelim ve asıl işimize bakalım.
Eczanemize yani…
En önemli, en değerli, en öncelikli işimize.
Çünkü eczanemiz yaşıyorsa, eczanemiz nefes alıp veriyorsa, eczanemiz bizden beklediği ilgi ve sevgiyi görebiliyorsa başka işlere zaman ayırma hakkını elimizde bulundurabiliriz demektir. Ya öyle değilse? Eczanemize karşı ilgisizsek, sevgisizsek, eczanemiz hava(n)sız, susuzsa “saldım çayıra, mevlam kayıra” modundaysa ve eczanemizin enerjisi tükenmişse vay halimize diyebiliriz.
Nereden başlamalı?
Neleri öncelemeli?
Belki de ilk işimiz çalışanlarımıza bir motivasyon aşısı yapmak olmalı.
Devamında enerji pompalamak. İşe eski alışkanlıklarımızdan vazgeçerek başlamak;
Otoriter, her şeyi bilen, emreden, gülmeyen ve güldürmeyen, takdir ve teşekkür etmeyen, ödüllendirmeyen, cezalandıran, dertleşmeyen, şakalaşmayan, kusurunu yüzüne vuran, herkesin önünde azarlayan eczacı profilimizi yok ederek.
Cezacı değil Eczacı olduğumuzu hatırlayarak.
Unutmayalım eczanenin toplam enerjisi hiçbir zaman eczacının toplam enerjisinden fazla olamaz. Aynı formül motivasyon için, değişim için, gelişim için ve başarı için de geçerlidir. Mesleki olarak ölü bir eczacıdan canlı ve yaşayan bir eczane çıkmayacaktır.
Devamında önce kendimizden başlamak üzere düzenli ve devamlı bir eğitimden geçirmeliyiz tüm çalışanlarımızı. Ve takım çalışması oluşturmaya gelsin sıra. Ve danışman eczacılığa… Bunca ayrıntılar ve yoğun iş yükü varken tabii ki eczacı tüm zamanını hasta danışmanlığına ayıramaz. Hastalarımıza yahut müşterilerimize sorulacak ön soruları ve iletişim detaylarını eğitimli personelimize havale edebiliriz. Eczacımız son aşamada devreye girerek klinik eczacılık/hasta bakımı/danışmanlık performansını icra edebilir.
Örneğin; Başka bir sağlık sorunu olup olmadığını, Hamile ya da emziren olup olmadığını, başka bir ilaç kullanıp kullanmadığını, herhangi bir gıda ya da ilaç alerjisinin olup olmadığını vb pek çok soruyu eğitimli ve yetki verdiğimiz personelimize sordurabiliriz.
Eczane işletmeciliğimizin dinamizmini ve canlılığını personelimizle aktif iletişim kurarak, onlarla düzenli ve ihtiyaca göre spontane toplantılar yaparak, onları her sürece bir şekilde dahil ederek sağlayabiliriz.
Eczacının bir diğer önemli işi de eczaneye gelip giden hastasını veya müşterisini tanıma çabası olmalıdır. Onlarla samimi, güven esaslı ve fayda sağlayıcı bir iletişim kurabilmesi mesleğini başarıyla icra etmesinin önemli bir bileşenidir.
Bu çok önemli bir odaklanma meselesidir.
Odaklanmaya hepimiz çok sayıda örnek verilebiliriz.
Ben de etkilendiğim çok sayıda örnekten bir tanesini paylaşmış olayım.
Çağrı filmi için Suriyeli yönetmen Mustafa Akkad, Oskar ödüllü Maurice Jarre’ye yeni çekeceği Çağrı filminin müziklerini kendisinin yapmasını teklif edince, Jarre çölün atmosferini ruhunun derinliklerinde hissetmesi gerektiğini ve bu yüzden kendisinden başka hiç kimsenin olmayacağı, son derece sessiz bir mekân ayarlaması gerektiğini söylemiş ve İslam’ın doğuşunu anlatan Çağrı filminin müziklerini çölde bir çadırda tek başına 2 ay kalarak yapmıştır.
Ne dersiniz, başarının sırrı sihirli bir anahtarda mıdır?
Yoksa müşterilerimizle, hastalarımızla ve çalışanlarımızla eczanemizin atmosferini ruhumuzun derinliklerinde hissetmekte midir?