Yusuf KÜRKÇÜOĞLU
Türkiye pazarında inovatif ve organik ürünlerin öncüsü olmuş bebek maması pazarında ilk 3 büyük marka arasında olan Hipp’in Polonya’daki organik tarım arazilerini yerinde inceledik. Temmuz ayı içerisinde Stefan Hipp’in evsahipliğinde gerçekleşen gezide; Hipp Türkiye Ülke Müdürü Mustafa Karık ile Pazarlama Müdürü Sayime Emine Arslan da hazır bulundu. Gdanks’a bağlı Podagi’de 38 bin dönümlük bir arazide organik tarım yapan Hipp, önümüzdeki yıllarda lansmanını yapacağı organik ürünlerle pazarı büyütüp, yeni segmentler oluşturup tüketicinin değişen ihtiyaçlarına cevap vermeye odaklanmış durumda.
HİPP TARİHİ
1899 yılında kendi bebekleri yetersiz beslendiği için süt bisküvi ve galete ununu karıştırarak ilk olarak mama hazırlamışlar. 1901 yılında mamayı paket içerisinde kendi pastanelerinde satmaya başlamışlar. 1932 yılında Almanya’nın Pfaffenhofen şehrinde fabrika kurulmuş. Aile 1950 yıllarında ilk kavanoz fabrikasını kurmuş. Çiftçilikle uğraşan aile ellerindeki arazileri 1956 yılında Dr. Hans Müller’in de katkılarıyla organik tarım arazilerine dönüştürmüş. 74 ülkede satışta olan Hipp toplamda 600’ün üzerinde ürün çeşidi ile annenin hamilelik döneminde başlayan hem anneye hem de bebeği doğumdan sonrada çocukluk dönemini de içine kapsayan çok geniş bir dönemde destekleyen ürünlere sahip. Dünya üzerinde 8 binin üzerinde anlaşmalı çiftçi ile çalışan Dünya’nın en büyük organik hammadde üreticisi olan Hipp’in Almanya, Avusturya, Hırvatistan, Fransa, Belçika, Macaristan, Rusya, İsviçre ve Ukrayna başta olmak üzere dünya genelinde 25 üretim tesisi bulunmakta. Türkiye’de satışı yapılan ürünler için Ukrayna dışındaki tüm üretim tesisleri kullanılmakta. 38 bin dönümlük arazinin 13 bin dönümlük bölümünde buğday ekilmekte. Mevcut arazinin yüzde 20’lik kısmında ekim yapılmıyor. Bu alanlar doğal olarak korunuyor. Çürümüş, yıkılmış ağaçlar başka canlılara hayat olmuş, yuva olmuş… Kendi haline bırakılmış doğa kendini yenilemiş adeta. Arılar, kelebekler, böcekler, rüzgar doğal dokuyu koruyor devamını sağlıyor. Tarla sınırlarını birbirinden aralarda çıkmış kır çiçekleri ayırıyor. Bebek mamalarında kullandıkları temiz dana eti bulmada zorluk çektikleri için çiftlikte 12 bin büyükbaş hayvan besleniyor… Arazinin farklı bölgelerinde beslenen bu hayvanlar 2 ayda bir mevki değiştiriyorlar. Ortalama 280 gün dışarıda doğal olarak besleniyorlar.
STEFAN HİPP ANLATIYOR…
Türkiye’den gelen gazetecileri Podagi’deki çiftliğinde ağırlayan Hipp CEO’su Stefan Hipp, Hipp ürünlerinin nasıl özenle yetiştirildiğini, kuruluşundan günümüze geçirdiği aşamaları, organik ürünler üretiminde konvansiyonel tarıma nasıl karşı çıktıklarını anlattı. Hipp, organik kavramını adeta hayatıyla birleştirmiş bir ailenin markası olmuş. 4 nesildir bu işi hobi ustalığında sürdürüyorlar. Bir doğa aşığı olan Stefan Hipp çiftlikte organik tarım yapılan alanlarla birebir ilgileniyor. Podagi’de buğday, patates, havuç ekili alanları gezerek organik tarımı en ince ayrıntılarına kadar Stefan Hipp’den dinledik…
Stefan Hipp organik tarım ile ilgili şu görüşleri paylaştı: Topraklarımız çeşitli yollarla tahrip edilmektedir. Tahrip edilmiş bir toprağın iyi ve verimli bir hale gelebilmesi için 20-25 yıl gibi bir süreye ihtiyaç vardır. En önemli tahribat unsurları: Yoğun göç, Kimyasal ve endüstriyel yüklemeler: Bu tahribatların hem toprak hem toplum üzerinde uzun süreli zararları mevcuttur. Ağır fiziksel tahribatlar: ağır veya uygunsuz makinelerle yapılan çalışmalar toprağı fazlasıyla tahrip etmekte ve bunun sonucunda topraktan verim alabilmek için daha fazla kimyasal kullanılmaktadır. Diğer bir fiziksel tahribat unsuru yanlış zamanlamada yapılan ekim veya hasat çalışmalarıdır. Toprağın organik bileşenlerini kaybetmesi: Yanlış işleme yöntemleri, yanlış ve kimyasal gübrelerle ve yanlış ürün çeşidinin ekiminden dolayı toprak içeriğindeki organik bileşenlerini ve böylece verimliliğini kaybediyor. Yer altı sularının yanlış toprak ve zemin kullanımından dolayı yetersiz ve verimsiz olması. Temel olarak sağlıklı toprak -sağlıklı bitki-sağlıklı hayvan veya sağlıklı insan zinciri dikkate alınmalıdır. Sürdürülebilirlik prensibi öne çıkarılmalıdır. Sağlıklı bir toprak sağlıklı bitkilerin ön şartıdır. Sağlıklı bir toprak yapısı sadece verimliliğini korumakla kalmaz aynı zamanda verimliliği artırabilir. Mesela enerji kullanımında. Organik tarımın amaçlarından bir tanesi de enerji tasarrufu sağlamaktır. Halbuki konvansiyonel tarımda verim alabilmek için fazlasıyla enerjiye ihtiyaç duyulur. 19.yüzyılın başları kimyasal tarım tekniklerinin başlama ve gelişme dönemidir.
ORGANİK TARIMIN GEÇMİŞİ…
Stefan Hipp sözlerini şöyle sürdürüyor: Albrecht Thaer 18.yy’da bitkilerin gıdalarının toprak içindeki organik bileşenler olduğunu söylemiş ve humus teorisinin de kurucusu olarak organik tarıma büyük katkıda bulunmuştur. Thaer’in bu öngörüsü çok uzun yıllar sonra örneğin 20.yy’ın ortalarında Virtanen tarafından ispatlanmıştır. Bilimsel araştırmalar tarihten örnekler vererek Mısır ve Asteklerin bugünkü kimyasal ve diğer tekniklerin kullanımı olmadan aynı büyüklükteki tarım alanlarından bugüne nazaran çok daha fazla verim aldığını göstermektedir. O dönemdeki toprak verimliliği bugüne kıyasla 10-15 kat daha fazladır. İnsanların bugün ve gelecekte beslenebilmesi için gen teknolojisinin gerekli olduğu savı böylece çürütülmüş oluyor. İsviçreli doktor Hans Müller, Almanya’dan Dr. H.P. Rusch ile birlikte organik tarımcılığı geliştirmiştir. Hans Müller organik tarımın kurucusudur. Dedem ile arkadaş idiler. Dedem en hassas tüketicinin bebekler olduğunu ve onlara en iyi ürünleri sunmaya inanmış birisiydi. 50’li yıllarda Dedem kimyasal kullanımına karşı çıkmıştı. Kimyasalların besinlerle tekrar vücudumuza gireceğine inanıyordu…
ORGANİK TARIM NEDİR?
Organik tarımın bakteri, yosunlar, mantarlar, solucanlar ve çeşitli kurtçukların sinerjisiyle yapılan tarım olduğunu ifade eden Hipp, “Bu mikroorganizmalar ve küçük canlılar kum ve tuzlarla birlikte toprağın temel yapısını oluşturmaktadır ki aynı zamanda toprağın canlılığını da gösterirler. Toprağın bu doğal hali, kimyasal toprak işlemesinin aksine toprak verimliliğinde yeni bir anlayışı oluşturmuştur. Toprağın bu doğal gevşek yapısı içerisinde mikroorganizma, oksijen ve hatta su depolayarak bitkiler için en ideal ortamı sağlamaktadır. Depolanan suların içerisinde dahi bitkiler için gerekli çözünmüş halde çeşitli mineraller bulunmaktadır. Bu yapıyı korumak için kimyasallardan ve suni gübrelerden vazgeçmek yeterli değildir. Toprağın içindeki bu canlıları düzenli olarak beslemek de gerekmektedir. Bir avuç toprağın içinde milyonlarca mikroorganizma yaşamaktadır. 10 ile 30 cm arasında değişen bu incecik tabaka yaşamın temelini oluşturmaktadır. Bu incecik tabakada çürümelerin, bitkilerin, organizma ve minerallerin çözülmelerinin yer aldığı müthiş bir yaşam döngüsü toprağa hayat vermektedir” diyor… Bu döngü içerisinde solucanların çok önemli bir rol üstlendiğini anlatan Stefan Hipp şunları söyledi: “Solucanlar sadece organik atıklarla birlikte yedikleri toprağı midelerinde hazmederken bildiğimiz en iyi gübreyi oluşturmakla kalmıyorlar, aynı zamanda toprağın altını havalandırarak; hava ve su depolanmasına imkân sağlıyorlar. Topraktaki solucan miktarı bize toprağın kalitesi ile ilgili fikir vermektedir. Organik tarım yapılan 20 cm derinlikteki 1 metrekare sağlıklı toprak tabakasında 500 civarında solucan yaşamaktadır. Konvansiyonel tarım yapılan 1 metrekarelik alanda ise 20 civarında solucan yaşamaktadır”
“TÜKETİCİYE KARŞI SORUMLULUKLARIMIZ VAR”
“Korkarım ki bundan 40-50 yıl önce organik tarıma karşı nasıl bir saldırıya geçildiyse bugün de aynı şekilde gen teknolojisine karşı çıktığımız için bazı politik, bilimsel ve ticari çıkarlar sebebiyle benzer şekilde saldırıya uğruyoruz” diyen Stefan Hipp, “Doğanın ruhunu yok sayarak ve tüm doğal döngüyü sadece madde ile açıklamaya kalkıp insanlığın beslenmesi için kimyasal tarımın zorunlu olduğunu iddia ettiler ve insanların yüreklerine kıtlık korkusu salıp bazı gerçekleri gizlediler. Örneğin Mısır ve Astekler 10.000 metrekare alandan elde ettikleri ürünlerle 15 insanı besleyebiliyorlardı. Bu oran bugün Amerika’da 10.000 metrekareye yalnızca bir insandır. Her ne kadar bundan 40-50 yıl önce doğal ve organik tarımla ilgili fikirlerimizden dolayı aykırı olarak değerlendirilip dışlandıysak da bugün birçok kimyasalları kullanmak suç teşkil ediyor ve buna o dönemde izin veren insanların yerinde bugün farklı insanlar çalışıyorlar. Bu konuda nasıl haklı çıktıysak aynı korku ve endişeleri bugün gen teknolojisi için hissediyoruz. Biz kendimizi birinci derecede tüketiciye karşı sorumlu hissediyoruz ve diyoruz ki toprağı doğru bir şekilde işleyip, sağlıklı yapısını koruyabilirsek kimyasallara ve genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) ihtiyaç duymadan kendimizin ve çocuklarımızın hayatını riske atmadan çok daha ucuz yöntemlerle ve daha az enerjiyle insanları sağlıklı beslemek mümkün olacaktır. Dünyada verimli toprak olmadan yaşamak mümkün değil. Sağlıklı toprak için gayret sarfetmeliyiz. Bu bizim geleceğimiz. Bunu tüketicilerde böyle istiyor. Bunu yaparsak vicdanımızla hareket etmiş oluruz” açıklamasında bulundu.
“TÜRKİYE’DEN ORGANİK ELMA, KAYISI, ÇİLEK VE SOĞAN ALIYORUZ”
Stefan Hipp sözlerini şöyle sürdürdü: “Avrupa Birliği yasaları ve organik tarım yasalarının da üzerinde Hipp kritik limitleri uygulanarak üretilen organik ürünler Türkiye’ye geldikten sonra Dünya üzerinde akredite olmuş bir bağımsız denetim firması tarafından tekrar sertifikalanır. Tüm organik ürünler üzerinde Avrupa Birliği organik logosu, Bağımsız denetim firmasının logosu ve kontrol numarası olması bu yasal gereklilik sebebiyledir. Türkiye’de satışı yapılan ürünler T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı tarafından izinlenir, kontrol edilir ve her bir ürün Türkiye’ye girişte analize tabi tutulur. Bu çiftliklerin yaklaşık 1500’ü Türkiye’de bulunmaktadır. Hipp, Türkiye’de iki ayrı kar merkezine sahiptir. İzmir’de 23 sene önce kurulan organik hammadde ihracatı yapan bir ofisimiz bulunmaktadır. Organik elma, organik kayısı, organik soğan, organik çilek hammadde olarak ihraç edilmektedir ve ihtiyacın ancak %3’ü Türkiye’den karşılanmaktadır. Türkiye’deki ihracat kar merkezi Gürcistan’da kurulan organik hammadde işleyen konsantre tesisinin de organizasyonunu yönetmektedir. Türkiye’deki diğer kar merkezi 2008 yılında İstanbul’da kurulmuş olup ithalat, satış ve pazarlama yapmaktadır. 80’in üzerinde ürün satışı yapılmaktadır. Organik bebek sütleri, organik kaşık mamaları, organik meyve ve sebze püreleri, organik bisküviler, organik atıştırmalıklar, organik menüler, organik çaylar, anne sütü artırıcı çaylar, anne ve bebek kozmetik ürünleri satışını yaptığı ürünler arasındadır.”